Bir "Arab" atasözü var: Bir fikri yıkmak isterseniz, ona karşı "gayrımemnun", "karşı gruplar" oluşturunuz der... Şunu demek ister: Bir "fikir", "şahıs", "müessese", "sistem" yıpratılmak ve yıkılmak isteniyorsa, o fikir, şahıs, müessese ve sistem karşısında, mağdur-karşı gruplar oluşturulur. Aslında bu sade bir atasözü de değil, bir taktik, yani stratejidir.
Radyo-televizyon ve resmî ağızlardan ne zaman "eski yazı-yeni yazı", "medrese-okul", "şeriat-laiklik" kıyaslaması duysam, bu taktik-strateji aklıma gelir ve bu "kendi kalesine gol atma" yanlışına şaşarım.
BİR HATIRA
12 Eylül Harekâtı'nın ilk aylarından biri idi. Ankara-Ulus'taki eski Meclis binasında "Cumhuriyet Sergisi" açılmıştı. 12 Eylül'ün bu ilk aylarında sokaklar anarşi-terör çirkinliklerinden kurtulmuş; herkeste bir rahatlık vardı. O rahatlıkla bir pazar günü, henüz ilkokulda okuyan iki oğlumu yanıma aldım, "Cumhuriyet Sergisi"ni gezmeye götürdüm. İstedim ki, düşünce yapıları henüz gelişme çağındaki çocuklarım, bir "tarih" sevgisi alsınlar; zihinlerine devletimizle, yakın tarihimizle ilgili temiz-güzel imajlar yazılsın... Fakat o da ne, kapıdan girer girmez fesli-sarıklı, falakalı, gözü dönmüş, çirkinleştirilmiş manzaralarla karşılaşmayalım mı?.. Daha ileriye gidemedim. Çocuklarımın ellerinden tutup geri döndüm. Körpe zihinlerine geçmişimizle ilgili kara-kötü imajlar yerleşmesin diye...
Bu hatayı "devlet"e yön verenler olarak hep yapageldik. "Laiklik" hakkında sözederken, "laiklik öncesi"ni zemmetmeye gerek var mı?..Kendisi anlatılsın yeter... "Atatürk"ten bahsederken, şunları "yıktı" demek yerine, şunları "yaptı" demek daha müessir ve mâkûl olmaz mı?. "Harf İnkılâbı", "Şapka İnkılâbı", "Cumhuriyet" kutlamaları da öyle. "Harf İnkılâbı" daha ileriye gitmek için yapılmışsa, katettiğimiz mesafeden bahsedelim. O "İnkılâb"ı "tabu"laştırarak, habire onun faziletlerinden sözetmek, hele bir de geriye dönüp, el-kol hareketli küfürler savurmak, yukarıdaki taktiğin ağına düşmek olur.
HEDEF Mİ-VASITA MI?
Sistemeler hedef değil, vâsıtadır. İnsanın ve milletin ilerlemesine, huzuruna... "Beğlik"te, "sultanlık"ta, "imparatorluk"ta, "Cumhuriyet"te... Biz bu kademelerin hepsinden geçtik. Sonunda "Cumhuriyet"e ulaştık. Bizi daha ileriye götürsün diye... "İnsan"a saygı artsın; insanımızın ve milletimizin tarihî cevheri, dinamizmi ortaya çıksın, bize ileri hamleler kazandırsın diye... "Harf", "şapka" başta, bütün inkılâpların hedefi bu ise doğrudur, haklıdır. Sonunda bir "hamle" daha yapıp, insana değer vermenin tâ kendisi demek olan "demokrasi"ye de geçtik ama, "saygı" nerde, bütün bu inkılâptan "evrim" yaptık, "devrim" yaptık, insanımızın sırtında bir "kırbaç" gibi şaklatıp durduk. "Hedef"e yürümek yerine, vâsıtayı tabulaştırıp, onunla oyalanma ve yerinde sayma yanlışı.
"Cumhuriyet" deyince, "Atatürk" deyince; Cumhuriyet döneminin ilke ve inkılâptan deyince, "urun geçmişe", "urun abalıya"!.. Bu taktik-yanlıştan vazgeçelim artık. Yüzümüzü "ileri''ye dönelim... "İnsan"ımıza, onun "düşünce" ve kutsallarına saygı gösterelim ki, devlet etrafında bütünleşme olsun.
"İnsan"a saygı olması gerekli müesseseleri ona karşı “kırbaç” yapmayalım. Bindiğimiz dalı kesmeyelim...

